“Ben on altı, on yedi yaşlarındaydım. Aylak Adam'ı okudum. O
zaman Ankara'da yaşıyordum. Çok etkilendim. Yani şöyle bir şey oldu. Çok
yakından tanıdığım biri duygusu gelişti. Kendimi çok yakın hissettim. Dünya
görüşü, dünyaya bakışı, beni çok etkiledi. Edebi anlamda da müthiş sürükleyici,
inandırıcı, şiirsel, dili son derece temiz, çarpıldım. Dedim ki ben bu adamı
bulacağım. Körse de topalsa da fark etmez. Ondan sonra da ne olur ne biter
bilmem. Aylak Adam'da içten içe hissedersiniz; hem çok hoş biri, hem tekin
değil bu adam dersiniz. Korkutucu bir yanı vardır. Belki yaklaşabilirsin, belki
ele geçirebilirsin ama sonuna kadar da problem olacak biri olabilir. Çok
rasyonel şeyler değil tabii. Sadece sezgiler. Ama Aradım. Üç ay kadar Ankara'da
iz sürdüm. Bulamadım. Kalktım İstanbul'a geldim. Arkadaşımın yardımıyla, bir
yayınevinden Manisa'nın bir köyünde yaşadığını öğrendim. Oturdum mektup yazdım.
Çok gençtim. İstanbul'a gelmem bile sorundu. Manisa'ya gidemedim, o sırada
Aylak Adam çok popüler olmuş, o da beş yüze yakın mektup almış.Hiç sevmezdi o
tür şeyleri. Mektuplara baksın, cevaplar yazsın, ilgili değildi hiç. Bir tek
bana cevap vereceği tutmuş. Bir yıl kadar mektuplaştık. Sonra geldi.
İstanbul'da tünel'de buluştuk. Yusuf karşıdaki geçitte bekleyecek, ben de
tünel'den çokacağım. Ben indim, baktım orada. Merhaba bile demedik birbirimize,
yürüdük Viyana Lokantası'na kadar. Karşılıklı oturduk bir masaya. Aradan bir
süre geçti, ikimiz de titriyorduk. Böyle başladı işte. Ben 17 yaşındaydım, o 39
yaşında. İlk söylediği şey, sol görüşlü olduğuydu. Para kazanamayacağını,
düşündükleri için taviz vermeyeceğini vurguladı. Son derece önemliydi bizim
için. İlşkimiz uzun sürdü ama çok genç evlendik. Ben otuz iki yaşındaydım
evlendiğimizde. Para yok pul yok, memlekette Yusuf'un bir tarlası vardı. Hiç
para hesabı yapmazdı. O küçük paralarla, istediğimiz şeyleri yapar, iki günde
bitirirdik. Sanatçıydı tabii ama aydınım diye kimseye tepeden bakmazdı. Yaş
farkımız bir yandan, hapse grip çıkması bir yandan, zordu ilişkimiz. Benim de
bir tiyatro sürecim vardı. Hiç kimse desteklemezken, Yusuf çok saygı duyardı
buna.
Son derece sorumluluk alırdı. Oğlumuz Mehmet'i istemedi önce. “Dede olacak yaşta adam, baba olmuş derler.” dedi. “Ne zamandan beri başkalarının düşünceleriyle yaşıyoruz” dedim ben de. Çok güçlü bir adamdı yaşadıklarından sonra hâlâ dimdik ayakta olması mucize gibiydi sahiden de. İnsan yanı çok ilgi çekici biriydi. Yirmi dört yalında gencecik biriyken tutuklanıp, duygularının hesabını vermek zorunda kalmış. Nabzı atan bir genç etkilenir eşitsizlikten. Yaşam haklarının elinden alınması ağır bir şeydi. Ayaktaydı. Üstelik sapasağlamdı. Bu bile çok büyük başarıydı. Öyle zordu ki hayat, arkadaşlıklar bile neredeyse lütuftu. İnsanları da alıyorsunuz elinden. dostlukları, arkadaşlıkları... geriye ne kalır ki?
Yazdıkları kötümser ama müthiş bir yaşama sevinci vardı. Neşeli, mutlu bir adamdı. Mizah duygusu çok gelişmişti. Kadınları çok seven, saygı duyan biriydi. Alçakgönüllüydü edebi konuşmalardan kaçardı hep. Hayatın kendisiyle ilgiliydi daha çok. Evlenmek istediğim, çocuğum olsun dediğim tek erkekti Yusuf. O olmasaydı, evlenmezdim de sanıyorum.
Benim hayatımda Yusuf gibi, bir insan sevgisi, her şeyin ötesinde ve üstündeydi. Aslında hayat çok sade bir şey . Öyle olağanüstü şeyler de yaşamak gerekmiyor. Parasız zamanlarımızda futbol yazarlığı yapmak istedi ama olur mu hiç dediler. Koskoca Yusuf Atılgan... Halbuki bence yepyeni bir soluk getirebilirdi. Spor yazılarına... çok ilgilendi Yusuf, Mehmet'le. Uykularından kalkar, severdi.Onlarla yaşamak bana iyi geldi. Dedim ya, buradaki sevgi her şeye değdi.”
Serpil Atılgan
"Çocukluğu ve ilk gençlik yılları Manisa ve Balıkesir'de geçmiş. Eserlerine baktığınız zaman, köy romanı çizgisinden çok farklıdır. Orada çok iyi bilinmeyen yıllar, bir dönem var. Yunanistan'daki Türk ailelerinden. 1878 harbinde, Selanik'ten göç etmişler. Babam çok ayık bir adamdı. Ben hep diyorum ki, biz hepimiz uyurgezeriz. Saat takmazdı mesela ama saatin kaç olduğunu bilirdi. Saati kol saatiydi ama cebinde taşırdı. Ben on yaşındaydım babamı kaybettiğimde. Aradan çok uzun zaman geçti. On yıl çok uzun zaman da değil aslında ama çocukluk süresi olduğundan çok yoğun geçti tabii. En çok gezintilerimizi hatırlıyorum. Moda-Kadıköy arasında başlayan, sonra otobüsle İstanbul'un her tarafına yayılan gezilerdi. Dolaşır ve anlatırdı. Sakin, sevecen bir babaydı. Annemin dediği gibi tam da sükunet insanı da değildi. Sinirlenirdi. Vapur gezilerimizden birinde denize yoğurt kabı atacak bir kıza müdahele edip, geri kalan yol boyunca da söylendiğini hatırlıyorum. Maça giderdik mesela, çök çök diye bağırırlardı. O da dönüp, sen ayağa kalk derdi. Beşiktaş'lıydı, o da renklerinden dolayı. İzmir'de Altay takımını tutuyormuş. Antrenörlük yapmış, oynamış. Futbola çok düşkündü..."
Mehmet Atılgan
Ot Dergisi 2014 Ekim Sayısı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder