31 Ekim 2015 Cumartesi

Eşi ve Oğlunun Gözünden Yusuf Atılgan





“Ben on altı, on yedi yaşlarındaydım. Aylak Adam'ı okudum. O zaman Ankara'da yaşıyordum. Çok etkilendim. Yani şöyle bir şey oldu. Çok yakından tanıdığım biri duygusu gelişti. Kendimi çok yakın hissettim. Dünya görüşü, dünyaya bakışı, beni çok etkiledi. Edebi anlamda da müthiş sürükleyici, inandırıcı, şiirsel, dili son derece temiz, çarpıldım. Dedim ki ben bu adamı bulacağım. Körse de topalsa da fark etmez. Ondan sonra da ne olur ne biter bilmem. Aylak Adam'da içten içe hissedersiniz; hem çok hoş biri, hem tekin değil bu adam dersiniz. Korkutucu bir yanı vardır. Belki yaklaşabilirsin, belki ele geçirebilirsin ama sonuna kadar da problem olacak biri olabilir. Çok rasyonel şeyler değil tabii. Sadece sezgiler. Ama Aradım. Üç ay kadar Ankara'da iz sürdüm. Bulamadım. Kalktım İstanbul'a geldim. Arkadaşımın yardımıyla, bir yayınevinden Manisa'nın bir köyünde yaşadığını öğrendim. Oturdum mektup yazdım. Çok gençtim. İstanbul'a gelmem bile sorundu. Manisa'ya gidemedim, o sırada Aylak Adam çok popüler olmuş, o da beş yüze yakın mektup almış.Hiç sevmezdi o tür şeyleri. Mektuplara baksın, cevaplar yazsın, ilgili değildi hiç. Bir tek bana cevap vereceği tutmuş. Bir yıl kadar mektuplaştık. Sonra geldi. İstanbul'da tünel'de buluştuk. Yusuf karşıdaki geçitte bekleyecek, ben de tünel'den çokacağım. Ben indim, baktım orada. Merhaba bile demedik birbirimize, yürüdük Viyana Lokantası'na kadar. Karşılıklı oturduk bir masaya. Aradan bir süre geçti, ikimiz de titriyorduk. Böyle başladı işte. Ben 17 yaşındaydım, o 39 yaşında. İlk söylediği şey, sol görüşlü olduğuydu. Para kazanamayacağını, düşündükleri için taviz vermeyeceğini vurguladı. Son derece önemliydi bizim için. İlşkimiz uzun sürdü ama çok genç evlendik. Ben otuz iki yaşındaydım evlendiğimizde. Para yok pul yok, memlekette Yusuf'un bir tarlası vardı. Hiç para hesabı yapmazdı. O küçük paralarla, istediğimiz şeyleri yapar, iki günde bitirirdik. Sanatçıydı tabii ama aydınım diye kimseye tepeden bakmazdı. Yaş farkımız bir yandan, hapse grip çıkması bir yandan, zordu ilişkimiz. Benim de bir tiyatro sürecim vardı. Hiç kimse desteklemezken, Yusuf çok saygı duyardı buna.

Son derece sorumluluk alırdı. Oğlumuz Mehmet'i istemedi önce. “Dede olacak yaşta adam, baba olmuş derler.” dedi. “Ne zamandan beri başkalarının düşünceleriyle yaşıyoruz” dedim ben de. Çok güçlü bir adamdı yaşadıklarından sonra hâlâ dimdik ayakta olması mucize gibiydi sahiden de. İnsan yanı çok ilgi çekici biriydi. Yirmi dört yalında gencecik biriyken tutuklanıp, duygularının hesabını vermek zorunda kalmış. Nabzı atan bir genç etkilenir eşitsizlikten. Yaşam haklarının elinden alınması ağır bir şeydi. Ayaktaydı. Üstelik sapasağlamdı. Bu bile çok büyük başarıydı. Öyle zordu ki hayat, arkadaşlıklar bile neredeyse lütuftu. İnsanları da alıyorsunuz elinden. dostlukları, arkadaşlıkları... geriye ne kalır ki?

Yazdıkları kötümser ama müthiş bir yaşama sevinci vardı. Neşeli, mutlu bir adamdı. Mizah duygusu çok gelişmişti. Kadınları çok seven, saygı duyan biriydi. Alçakgönüllüydü edebi konuşmalardan kaçardı hep. Hayatın kendisiyle ilgiliydi daha çok. Evlenmek istediğim, çocuğum olsun dediğim tek erkekti Yusuf. O olmasaydı, evlenmezdim de sanıyorum.

Benim hayatımda Yusuf gibi, bir insan sevgisi, her şeyin ötesinde ve üstündeydi. Aslında hayat çok sade bir şey . Öyle olağanüstü şeyler de yaşamak gerekmiyor. Parasız zamanlarımızda futbol yazarlığı yapmak istedi ama olur mu hiç dediler. Koskoca Yusuf Atılgan... Halbuki bence yepyeni bir soluk getirebilirdi. Spor yazılarına... çok ilgilendi Yusuf, Mehmet'le. Uykularından kalkar, severdi.Onlarla yaşamak bana iyi geldi. Dedim ya, buradaki sevgi her şeye değdi.”

Serpil Atılgan

"Çocukluğu ve ilk gençlik yılları Manisa ve Balıkesir'de geçmiş. Eserlerine baktığınız zaman, köy romanı çizgisinden çok farklıdır. Orada çok iyi bilinmeyen yıllar, bir dönem var. Yunanistan'daki Türk ailelerinden. 1878 harbinde, Selanik'ten göç etmişler. Babam çok ayık bir adamdı. Ben hep diyorum ki, biz hepimiz uyurgezeriz. Saat takmazdı mesela ama saatin kaç olduğunu bilirdi. Saati kol saatiydi ama cebinde taşırdı. Ben on yaşındaydım babamı kaybettiğimde. Aradan çok uzun zaman geçti. On yıl çok uzun zaman da değil aslında ama çocukluk süresi olduğundan çok yoğun geçti tabii. En çok gezintilerimizi hatırlıyorum. Moda-Kadıköy arasında başlayan, sonra otobüsle İstanbul'un her tarafına yayılan gezilerdi. Dolaşır ve anlatırdı. Sakin, sevecen bir babaydı. Annemin dediği gibi tam da sükunet insanı da değildi. Sinirlenirdi. Vapur gezilerimizden birinde denize yoğurt kabı atacak bir kıza müdahele edip, geri kalan yol boyunca da söylendiğini hatırlıyorum. Maça giderdik mesela, çök çök diye bağırırlardı. O da dönüp, sen ayağa kalk derdi. Beşiktaş'lıydı, o da renklerinden dolayı. İzmir'de Altay takımını tutuyormuş. Antrenörlük yapmış, oynamış. Futbola çok düşkündü..."

Mehmet Atılgan 

Ot Dergisi 2014 Ekim Sayısı...

Zülüf Dökülmüş Yüze & Minor Empire


zülüf dökülmüş yüze
kaşlar yakışmış göze 

usandım bu canımdan 
derd ilen geze geze.

bu ellerde gez gayrı
katip ol da yaz gayrı 

bir kazma al bir kürek 
mezerimi kaz gayrı.

gün doğdu aştı böyle
gonüldü düştü böyle

sen orada ben burda
ömrümüz geçti böyle.

30 Ekim 2015 Cuma

Yine mi Çiçek & Sezen Aksu



kur masayı madam despina
kirli beyaz muşamba örtüleri ser
çek sediri asmanın altına
yanında bir ince müzeyyen abla

yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
hamdolsun
taze mi bitti topik
canın sağolsun
amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
hamdolsun
altınbaş kadehe yağ gibi dolsun

gece çok genç, arzular şelale
haber etsek o yare
gelse bomonti'den
şereflendirse bizi
olsak teyyare

29 Ekim 2015 Perşembe

Bulut mu Olsam? (Nazım Hikmet & Zülfü Livaneli)





"bulut mu olsam
gemi mi yoksa?
yosun mı olsam
balık mı yoksa?
ne o, ne o, ne o.
deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla"

28 Ekim 2015 Çarşamba

Uprising & Andra Day



Paranoia is in bloom,
The PR transmissions will resume,
They'll try to push drugs that keep us all dumbed down,
And hope that we will never see the truth around
(So come on)
Another promise, another scene,
Another packaged lie to keep us trapped in greed,
And all the green belts wrapped around our minds,
And endless red tape to keep the truth confined
(So come on)

They will not force us,
They will stop degrading us,
They will not control us,
We will be victorious
(So come on)
Interchanging mind control,
Come let the revolution take it's toll,
If you could flick a switch and open your third eye,
You'd see that
We should never be afraid to die
(So come on)

Rise up and take the power back,
It's time the fat cats had a heart attack,
You know that their time's coming to an end,
We have to unify and watch our flag ascend

They will not force us,
They will stop degrading us,
They will not control us,
We will be victorious
So come on

They will not force us,
They will stop degrading us,
They will not control us,
We will be victorious

27 Ekim 2015 Salı

Ben Senin Resmine Aşığım…





“Ben senin resmine aşığım. Ben senin resmine değil de sana aşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor ve ebediyen bakacak.”

Bir insan gördüğü bir resme aşık olabilir mi? Elbette olabilir çünkü insan o resme bakarak duymak istediklerini duyar, görmek istediklerini görür, yaşamak istediğini yaşar. Gerçek hayatta söyleyeceği bir söze, yapacağı bir eyleme, ona duyduğu sevgiye karşılık bulamama ihtimali varken o  insanın resmine bakarak gülümsemesinden istediği cevabı çıkarır ve mutlu olur. Kendi dünyası içerisinde onu yaşatır, ona bir alan yaratır. Kendisindeki o boşluğu onun resmiyle istediği gibi doldurur.  Çünkü o resimdeki sevdiğini de kendisi seslendirmektedir ve olmasını istediği, hayal ettiği şeyi sanal da olsa her şey zinhinde oynatır.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Sonrası Kalır & Edip Cansever



On kalır benden geriye, dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.

Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.

Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
Asıl bu kalır.

On yerde adım geçse geçmese
Dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm, anlaşılır.

Akşam olur bir günden dibe çökerim
Su içer dibe çökerim
İyimser bir duvarcıyım her gün bir tuğla düşürürüm elimden
Bu yüzden gecikirim
Size bu sıkıntı kalır.

Ne kalır

Kahvelerde kalın kalın kayısı vakti
Dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
Dişleri hiç kesmeyenden
Gün geçer kendi kalır
Kahvelerde kayısı.

Gezginim, açık denizlerden yanayım
Biraz da akdenizliyim, bu işte böyle kalır
Akdenizli herkes konuşur duyarlığını
Başka ne kalır
Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

Benim goğüm gövdemin böyle yuvarlak vakti
Kolları açılmış kalır.

Ben buyum, dersin, arkadaş
Sevgilim ben buyum
Yüreğim vurgun, dişlerim altın
Ceketim sol omuzumda
Vakit vakit incelen vakit.


25 Ekim 2015 Pazar

“Yaban Elde Muhtaç Olmasın!”


“Karı koca uyumuşlar çoktan… Daha doğrusu adam uyumuş, kadın, kocasının rüya denizinde kulaç attığından emin olmak istiyor! Yataktan usulca doğruluyor ve elbiselerini usulca giyerek, ses çıkarmasın diye yatmadan açık bıraktığı pencereden bahçeye atlıyor… Kadının gönlü bir başka adamdadır!.. Ve aşığı bir ağacın altında onu beklemektedir. İki sevgili kararlıdır, bu gece kaçacak, kimsenin kendilerini bulamayacağı bir yerde yeni bir hayat kuracaklardır… 

Birkaç saat sonra koşmaktan yorulan iki sevgili nefes nefesedir. Soluklanmak için verdikleri ilk molada kadın, evden kaçtığından beri ayakkabısının içinde bir şeyin kendisini rahatsız ettiğini söyleyerek, elini, çıkardığı ayakkabının içine sokar. Kadın, avuçlarında tuttuğuna inanamaz, elinde bir tomar para vardır! 


Kadının geride bıraktığı kocası her şeyin farkındadır… “Ama” der kendi kendine, “bu kadının bende emeği var, çamaşırlarımı yıkadı, banyoda sırtımı sabunladı, önüme sıcak çorba koydu… Yaban elde muhtaç olmasın.” Geride bırakılan koca, parasının bir kısmını, kendisini terk eden karısının giderek uzaklaşan adımlarının içine koyar. “

Ne güzel bir hikaye değil mi? Okuduktan sonra etkilenmemek elde değil. Günümüzde ayrılan eşin bir zamanlar severek evlendiği, yuva kurduğu kadına şiddet uygulamasını,  gözünü hiç kırpmadan öldürmesini okudukça, duydukça hep bu hikaye gelir aklıma ve her geldiği an kendisini terk eden karısının yaban elde muhtaç olmamasını isteyen hikayenin kahramanı insana saygım daha da artıyor. Hangi sevgi gerçek ya da doğru? Kendisini terk etse bile evliliğin ilk gününden o ayrılığın olduğu gün kadar yaşadıklarını, hissettiklerini hatırlayarak kadının bundan sonraki hayatına yardımcı olmak, ayrılığa rağmen hala o insanın iyiliğini, geleceğini düşünmek mi gerçek ve doğru bir sevgi yoksa sevdiği kadının mutsuzluğuna görememiş olan ya benimsin ya kara toprağın düşüncesiyle hareket eden ve sonunda şiddete başvuran adamın sevgisi mi gerçek ve doğru? 

Sevdiği insanı öyle sahipleniyor ve sevdiği insana o kadar değer veriyor ki artık beraber aynı evi paylaşmasalar bile onun iyiliğini düşünebiliyor ve karısının yaban elde muhtaç olmasın diye düşünmesi onu güzel ve özel insan yapıyor.

Şimdi güzel insanın kim olduğunu merak ediyorsunuzdur. Şöyle bir bilgi verelim. Kahramanımızın hayat hikayesi Metin Erksan tarafından sinemaya aktarılmıştır. Bu bilgi yeterli olmamış olabilir. O zaman yardımcı olacak şunu söylemek istiyorum. "Gidiyorum gündüz gece"...

Bugün doğumgünü olan büyük usta, güzel insan Aşık Veysel...