12 Ekim 2015 Pazartesi

"Beni Anlamalısın"



"Mühendis Oğuz Atay, bir anda dışlanmış bir yazar oluverdi. O dönemde roman, toplumu bilgilendirmek, yol göstermek için yazılırdı çünkü. Bir ezen, bir de zilen olmalıydı. Sınıf mücadelesi yoktu. "Aklına ne geldiyse yazmış bu adam!" dediler. İnsansız roman yazmakla suçladılar onu, "gerçek insan" ve katmanlarını yazmışken hem de. Eylemlerin ve siyasi karmaşanın had safhada olduğu bir dönemde " Biz burada nelerle uğraşıyoruz, bu adam neler yapıyordu?"du. Atay'ın belki de tek hatası, yanlış dönemde sahneye çıkmasıydı. Hayır, onun bir suçu yoktu.

"Ben kahramanlarının iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklara yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım büyük ülkülerim yok."

'Bir zamanlar Tutunamayanlar diye bir laf etmiş'ti. 'Şimdi bunu çok hafif buluyor'du. Kırgındı. Uğur, onun neyi başardığının bilincindeydi, 'Geleneklerle çatışan her yazarın kaderidir bu, Oğuz.' dedi. 'Sen de öldükten sonra anlaşılacaksın.' Şiddetle ve öfkeyle karşı çıktı Oğuz buna. 'Yaşarken anlaşılmaya mecbur'du. Canım insanlar, bunu ona borçluydu.

Şimdi düşünüyorum da onun kitaplarını okurken ve severken, yüzümüz kızarıyor mu?

"Kitabın birinci cildi tükeniyor ama ikinci cilt olduğu gibi duruyor, depoda bekliyor. Ya tek cilt zannediyorlar romanı ya da birincisini okuyanın ikincisine tahammülü kalmıyor." diye yakındı Yurdanur'a. Oğuz Atay, yazdıktan sonra dünyanın kendisi için daha yaşanılır bir yer olacağını umarken, daha mutsuz ve umutsuz bir adam halini aldı."




"Yaşamı boyunca tek gayesi anlaşılabilmek olmuş bir adamı anlatmaktan şeref duyarım. Çünkü bunu ona bir borç bilirim. Onu anlaşılabilir kılmak adına yazılmış onlarca makale, biyografik eser varsa da bir Oğuz Atay okuru bilir ki onu anlayabilmek için, tüm bu ruhsal sancılardan geçmiş, incelikli düşüncelerde kaybolmuş, küçük ayrıntılarda saatlerce boğulmuş olmak gerekir. Aksi halde onun hakkında yazılmış her şey, bir anda anlamını yitiriverir. Çünkü yine bilirler ki onun yaşamına tanık olmak, eserlerini dikkatle okuyabilmekten geçer. Yaşamıyla ilgili bir dedektif misali iz sürmektense eserlerinde bir yolculuğa çıkılırsa görülecektir ki her satır arasından, gerçek yaşam öyküsü ile Atay bize göz kırpar. Bu yola çıkarken okuru da uyarmak isterim: Tehlikeli bir oyundur bu yolculuk! Nerede gülümseyip, nerede hüzünleneceğimizi şaşıracağız. Çünkü tüm duyguları aynı anda yaşayacağız."

Edebiyat dergisi olan KafkaOkur'un son sayısında Selnur Güneş'in kaleminden dökülen satıları sizinle paylaşarak büyük insan Oğuz Atay'ı anmak istedim. Her kitabında, her cümlesinde, her satırında, her kelimesinde içinde bulunduğu durumu, zihninde dolaşan düşünceleri bizlere yansıtabilen ve bizi o kelimelerin büyüsüne kapılmamızı sağlayan Oğuz Atay'ı anmak istedim.

Seni yaşamaya, anlamaya, anladığımız kadarıyla anlatmaya devam edeceğimizi bilmeni isterim büyük insan. Doğum günün kutlu olsun güzel insan.

"Düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belirli noktalarına biriken eşya, odanın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı."

1 yorum:

  1. "Sevgili Bilge ;

    Bana bir mektup yazmış olsaydın , bende sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve bir çok söz yarım kalmış kalsaydı , bir çok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak , anlatmak , birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana , durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları , eski karıma yapmış olduğum gibi , büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu , bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım ; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki , durum çok ciddi bilge , aklını başına topla. Ben iyi değilim bilge , seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa , arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi geri dönmek istiyorum , ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime , söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslına bakılırsa , bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile , ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen , aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı ,bu satırı da neden yazdım ? diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görünüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım , benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş , benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa , sevgili bilge , aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım , henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki , bu akıl beni bütünüyle terkedinceye kadar gidipgelenazizvarlık masalına kimse inanmayacaktır. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil ölümleri ile ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez ; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alınyazısı da , ölümün anlamını bilerek , ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir , bazı müelliflere göre bu durum daha da acıklıdır.

    Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Bu nedenle , Sevgili bilge , mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. (İnsanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) Hiçkimseyi görmüyorum. Albay da artık benden çekiniyor. Ona bağırıyorum. (bütün bunları yazarken hissediyorum ki , bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. fakat bunlar yazı , sevgili bilge ; kötülüğüm kelimelerim arasında kayboluyor.)

    Kendimi iyi hissetmiyorum bilge. Beni bir daha görmek isteyeceğini sanmıyorum. Kendimi suçlu hissediyorum. Doğduğum günden başlayan bir suç dizisi içindeyim. Seni görmek istemiyorum , seni görmek istemiyorum. Aynı olayları bir daha yaşayacak gücüm kalmadı. Beni unut-belki de unuttun-beni unut. Başıma gelecekleri düşünme. Ne yaptığımı , nasıl yaşadığımı merak etme. Sana anlatması zor. Sevmesini bilmeyenler , kaderlerine razı olmalıdırlar. Oluyorum. Eyvallah. İyi değilim , fakat üzüntülü de değilim bak gülüyorum ; haha..

    artık senin için bir yabancı olan H.H.H. (Ha-Ha Hikmet)

    ‘TEHLİKELİ OYUNLAR’ , OĞUZ ATAY , İLETİŞİM Yayınları , Ocak 1984 , 479 Sayfa…"

    YanıtlaSil