“İnsanlar, yalan söyleyip sonra kendi yalanına inanmaya
bayılırlar. Bu, insanlık tarihinin başından beri böyledir. Bu konunun toplumsal
izdüşümlerini boşverelim ve biz kendimize bakalım. Hatta o kadar çok inanırlar
ve bunu o kadar çok yaparlar ki hangi duyguların gerçek, hangilerinin yalan
olduğunu bile kestiremezler. Yalan, uydurma duyguları onları ele geçirir çoğu
zaman. Dokunulmazlar, efsaneler yaratırlar, sonra onların uğruna mücadele
ederler, ağlarlar, üzülürler, kutlarlar. Kendilerine, başkalarına zarar
verirler. Şu yaşamaya, tadı çıkarılmaya gelinmiş dünyayı dar ederler.
Kendilerine de, başkalarına da… Belki de başka türlü hayat geçmez, sıkıcılaşır.
İnsanlığa bir meşgale lazımdır sıkılmaması için, onun kaynağı da yalandır.”
Bir yalanın peşinden gitmek… Böyle bir söz vardır di mi?
Yalanın peşinden gitmek… İnsanlar neden bir yalanın peşinden gitme isteği
duyarlar? Onları asla sonu olmayan bu yola iten şey nedir? Hayatlarında
hissettikleri boşluk mu yoksa olmak istedikleri yere ulaşmanın imkansızlığı mı?
Bir yalanla etrafımızda olan insanları kandırmakla kalmıyoruz daha önemlisi
kendimizi kandırıyoruz. Kimi zaman hedefimize ulaşmak için yalanın büyüsünü
kullanırız; kimi zaman da hayatımızın değersiz olduğunu düşünüp tutunacak bir
yalan ararız. Ama sonrasında yalanın
büyüsü bozulduğunda halının altına süpürmeye çalıştığımız gerçekler kendisini
gösterdiğinde kandırdığımız insanlar arasında en çok biz zarar görürüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder