23 Aralık 2015 Çarşamba

Sessiz İnsan...



Sessizliğe bürünmüş insanlar… Sakinliği öncelik haline getirmiş insanlar… Böyle insanlar ile karşılaştığınızda aklınıza ilk gelen şey “konuşmuyor ki sesini duyalım”. Halbuki bir bilseniz zihninde hangi konuşmaları yapıyor. Aslında size neler söylüyor da sizler duymuyorsunuz?

Nereden mi biliyorum? Ben de biraz böyleyim de o yüzden. Etrafımda olan biteni gözlemlemek, kim ne yapıyor nasıl davranıyor diye incelemek, insanların yüzlerine bakıp neler anlatmak istediklerini anlamaya çalışmak…

Zevk aldığım en önemli şey yolculuk sırasında insanlara, çevreme bakıp zihnimde yorumlamaktır. Örneğin bir metro yolculuğunda vagonda bir köşeye geçerim ve insanları gözlemlerim. Bir tarafta mesai yorgunluğu her halinden belli olan, evine ekmek götürmek için çalışmak zorunda olan, hayatın izini yüzünden okuyabildiğimiz güzel yüzlü bir amcayı; bir tarafta geleceği bir sınava endekslenmiş ve iyi bir yerde olabilmek için kendini yıpratırcasına çalışmak zorunda hisseden gençlerin test çözmesini; bir tarafta birbirlerine olan sevgiyi hissettiğiniz, birbirlerine bakarken gözlerinin içi gülen çifti; bir tarafta iki hanımefendinin çevresini inceleyerek kendilerince eğlenmelerini, gülmeleri; bir tarafta bir kitabın birbirini tanımayan iki insanın düşüncelerini paylaşmasına olanak sağlamasını; bir tarafta çevresinde olan biteni anlamayan, kendi dünyasında eğlenmeye çalışan bir bebeğin, çocuğun şirinlikleriyle kendisini izletmesini görebilirsiniz bir metro yolculuğu sırasında.

Bu durumu o kadar benimsedim ki her gün biraz daha fazla düşünmeye başladım. O insanların aklında geçenleri ya da kelimelere döktüklerini zihnimde oynatmaya çalışarak kendimce diyaloglar oluşturdum, senaryolar yarattım. Her seferinde farklı yoldan gideerek farklı sonlar yarattım. Defalarca defalarca… Sonra fark ettim ki ben konuşmaktan çok düşünmeyi, zihnimde oynatmayı seviyormuşum.

Zihnimde oluşan o düşünceler öyle sardı ki beni bir ortamda bulunduğumda sessizleşiyordum. Sanıyorlardı ki ben istemediğim bir ortamdayım. Halbuki içimde ne fırtınalar kopuyordu, zihnimde neler oynatıyordum neler. Ama insanlara bunu aktaramıyordum, yansıtamıyordum. Hep beni sessiz, sakin, konuşmaktan çekinen biri olarak etiketlediler benim iç dünyamın, zihnimde dolananların farkında olmadan.

Aslında insanlara kendimi anlatmak gibi derdim de olmadı. Benim hakkımda istediklerini düşünebilir, istediğini söyleyebilirler zerre takılmam. Bu insanları önemsemediğim anlamına gelmez. Aman konuşur konuşur susarlar değil demek istediğim. Sadece kendi dünyamda, zihnimin yarattığı dünya kendilerine böyle bir rol vermek istiyorlarsa kendi kararlarıdır elbette.

Kendi kararları dedim ama biraz da benim katkım var diye düşünürüm. Çünkü bir insanın benim hayatımın hangi odak noktasında, hangi bölgesinde olacağına gözlemlerim sonucunda karar veriyorum. Bir ortama dahil olduğumda ilk önce insanların davranışmaları, konuşmalarını incelerim. O insan hakkında notlar alır, zihnimin bir köşesinde kodlarım. Çünkü bir insan zevk alabileceği, bir şeyler paylaşabileceği, huzur bulabileceği bir ortamda bulunmak ister ve o ortamda bulunmasını istediği insanları bu yönde belirlemeye çalışır. Benim yaptığım da budur aslında.

Beraber olmaktan keyif aldığım insanlarla vakit geçirdiğimde zaman kavramı diye bir şeyin farkında olmuyorum. Gülerek, bir şey paylaşarak geçirdiğim o anlar artık benim için var olduğum şimdiki zamandan da öte bir şeydir, farklıdır yani. Yaşadıklarımı, zihnimde yer alan düşünceleri, hayatın gerçeklerini unuturum o zaman içerisinde. Ama kendimi orada bulunmak zorunda hissettiğim ortamda ise sessizleşirim, kendimi çekerim. Yüzümde bitse de gitsek ifadesini okuyamazlar yüzümden eksik olmayan gülümseme sayesinde ama iç sesim gerçek düşüncelerimi seslendirmekten kendini alıkoymaz.

Demek istediğim benim gibi zihninde türlü türlü düşüncelerle dolaşan, karşılaştığı ya da tanık olduğu olaylar karşısında iç dünyasında bir yönetmen edasıyla değişik senaryolar yaratan, bazen tüm ısrarlara rağmen konuşmak yerine gülümsemeyi tercih eden, karşılaştığı olumsuz durumlarda, haksızlıklarda içine atan ve serin duruşu sergileyen insanların hakkında söylenen “sessiz, sakin, konuşmaya çekiniyor, konuş da sesini duyalım” gibi şeylerin geçerli olmadığıdır. Çünkü aslında bizler konuşuyoruz ama ya sizinle paylaşmak istemiyoruz ya o ortamın olmamasından dolayı paylaşmıyoruz ya da sizinle o iletişime giremeyeceğimizi düşündüğümüz için paylaşmıyoruz.

Zihinde dolaşan düşünceleri o kadar çok dillendiriyoruz ki içimizde sizin için kolaylıkla yapılabilen konuşma eylemi bizim için zaman kaybı olarak görülebilir ve anlatmak istediğimizi kısa ve öz konuşarak anlatabiliriz ki genelde yaptığımız da budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder