Sessiz İnsan...
Sessizliğe bürünmüş insanlar… Sakinliği öncelik haline getirmiş insanlar…
Böyle insanlar ile karşılaştığınızda aklınıza ilk gelen şey “konuşmuyor ki
sesini duyalım”. Halbuki bir bilseniz zihninde hangi konuşmaları yapıyor.
Aslında size neler söylüyor da sizler duymuyorsunuz?
Nereden mi biliyorum? Ben de biraz böyleyim de o yüzden. Etrafımda olan
biteni gözlemlemek, kim ne yapıyor nasıl davranıyor diye incelemek, insanların
yüzlerine bakıp neler anlatmak istediklerini anlamaya çalışmak…
Zevk aldığım en önemli şey yolculuk sırasında insanlara, çevreme bakıp
zihnimde yorumlamaktır. Örneğin bir metro yolculuğunda vagonda bir köşeye
geçerim ve insanları gözlemlerim. Bir tarafta mesai yorgunluğu her halinden belli
olan, evine ekmek götürmek için çalışmak zorunda olan, hayatın izini yüzünden
okuyabildiğimiz güzel yüzlü bir amcayı; bir tarafta geleceği bir sınava
endekslenmiş ve iyi bir yerde olabilmek için kendini yıpratırcasına çalışmak
zorunda hisseden gençlerin test çözmesini; bir tarafta birbirlerine olan
sevgiyi hissettiğiniz, birbirlerine bakarken gözlerinin içi gülen çifti; bir
tarafta iki hanımefendinin çevresini inceleyerek kendilerince eğlenmelerini,
gülmeleri; bir tarafta bir kitabın birbirini tanımayan iki insanın
düşüncelerini paylaşmasına olanak sağlamasını; bir tarafta çevresinde olan
biteni anlamayan, kendi dünyasında eğlenmeye çalışan bir bebeğin, çocuğun
şirinlikleriyle kendisini izletmesini görebilirsiniz bir metro yolculuğu
sırasında.
Bu durumu o kadar benimsedim ki her gün biraz daha fazla düşünmeye
başladım. O insanların aklında geçenleri ya da kelimelere döktüklerini zihnimde
oynatmaya çalışarak kendimce diyaloglar oluşturdum, senaryolar yarattım. Her
seferinde farklı yoldan gideerek farklı sonlar yarattım. Defalarca defalarca…
Sonra fark ettim ki ben konuşmaktan çok düşünmeyi, zihnimde oynatmayı
seviyormuşum.
Zihnimde oluşan o düşünceler öyle sardı ki beni bir ortamda bulunduğumda
sessizleşiyordum. Sanıyorlardı ki ben istemediğim bir ortamdayım. Halbuki
içimde ne fırtınalar kopuyordu, zihnimde neler oynatıyordum neler. Ama
insanlara bunu aktaramıyordum, yansıtamıyordum. Hep beni sessiz, sakin,
konuşmaktan çekinen biri olarak etiketlediler benim iç dünyamın, zihnimde
dolananların farkında olmadan.
Aslında insanlara kendimi anlatmak gibi derdim de olmadı. Benim hakkımda
istediklerini düşünebilir, istediğini söyleyebilirler zerre takılmam. Bu
insanları önemsemediğim anlamına gelmez. Aman konuşur konuşur susarlar değil
demek istediğim. Sadece kendi dünyamda, zihnimin yarattığı dünya kendilerine
böyle bir rol vermek istiyorlarsa kendi kararlarıdır elbette.
Kendi kararları dedim ama biraz da benim katkım var diye düşünürüm. Çünkü
bir insanın benim hayatımın hangi odak noktasında, hangi bölgesinde olacağına
gözlemlerim sonucunda karar veriyorum. Bir ortama dahil olduğumda ilk önce
insanların davranışmaları, konuşmalarını incelerim. O insan hakkında notlar
alır, zihnimin bir köşesinde kodlarım. Çünkü bir insan zevk alabileceği, bir
şeyler paylaşabileceği, huzur bulabileceği bir ortamda bulunmak ister ve o
ortamda bulunmasını istediği insanları bu yönde belirlemeye çalışır. Benim
yaptığım da budur aslında.
Beraber olmaktan keyif aldığım insanlarla vakit geçirdiğimde zaman
kavramı diye bir şeyin farkında olmuyorum. Gülerek, bir şey paylaşarak
geçirdiğim o anlar artık benim için var olduğum şimdiki zamandan da öte bir
şeydir, farklıdır yani. Yaşadıklarımı, zihnimde yer alan düşünceleri, hayatın
gerçeklerini unuturum o zaman içerisinde. Ama kendimi orada bulunmak zorunda
hissettiğim ortamda ise sessizleşirim, kendimi çekerim. Yüzümde bitse de gitsek
ifadesini okuyamazlar yüzümden eksik olmayan gülümseme sayesinde ama iç sesim
gerçek düşüncelerimi seslendirmekten kendini alıkoymaz.
Demek istediğim benim gibi zihninde türlü türlü düşüncelerle dolaşan,
karşılaştığı ya da tanık olduğu olaylar karşısında iç dünyasında bir yönetmen
edasıyla değişik senaryolar yaratan, bazen tüm ısrarlara rağmen konuşmak yerine
gülümsemeyi tercih eden, karşılaştığı olumsuz durumlarda, haksızlıklarda içine
atan ve serin duruşu sergileyen insanların hakkında söylenen “sessiz, sakin,
konuşmaya çekiniyor, konuş da sesini duyalım” gibi şeylerin geçerli
olmadığıdır. Çünkü aslında bizler konuşuyoruz ama ya sizinle paylaşmak
istemiyoruz ya o ortamın olmamasından dolayı paylaşmıyoruz ya da sizinle o
iletişime giremeyeceğimizi düşündüğümüz için paylaşmıyoruz.
Zihinde dolaşan düşünceleri o kadar çok dillendiriyoruz ki içimizde sizin
için kolaylıkla yapılabilen konuşma eylemi bizim için zaman kaybı olarak
görülebilir ve anlatmak istediğimizi kısa ve öz konuşarak anlatabiliriz ki
genelde yaptığımız da budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder